ATEİST SİYONİST TERÖR
|
Daha önceki
bölümde ateist Siyonistlerin, Yahudilerin Filistin'e dönüşünü 'kutsal bir
hedef' olarak gördüklerini ve bunun için yapılacak savaşı da 'kutsal
bir savaş' olarak nitelendirdiklerini inceledik. İsrail halkının
eğitiminde bu kutsal savaş fikri çok önemli bir yer tutar. Hatta
İsrail Devleti'nin önde gelen yöneticileri zaman zaman çocukların
mutlaka 'ateist Siyonist' eğitimden geçirilmeleri gerektiğini açıkça dile
getirirler. Milli Eğitim Bakanı Limor Livnat'ın Aksa İntifadası'nın
en şiddetli günlerinden birinde yaptığı, "Okulların İsrail'in güvenliğini
sağlayan önemli unsurlardan biri olduğu ve çocukların ateist Siyonist eğitim
almaları gerektiği" açıklaması bunun örneklerinden birisidir.25 Ateist Siyonistler tarafından Muharref Tevrat'ın bazı açıklamaları kullanılarak
hazırlanan bu eğitim sisteminde, Eski Ahit kitabının çok özel bir
yeri vardır. Bu kitapta, İsrailoğullarının Yeşu önderliğinde Filistin'in
yerli halkına yaptığı (veya yaptığı iddia edilen) vahşetler övgüyle
anlatılmaktadır.
Roger Garaudy'nin Türkçeye Siyonizm
Dosyası adıyla tercüme edilmiş olan eserinde bu anlayış şu şekilde
ifade edilir:
Bugün 'kutsal savaşı' körüklemek
amacıyla askeri hahamlar tarafından durmaksızın dile getirilen ve
İsrail'de okullarda ders kitabı olarak okunan Yeşu'nun Kitabı (Eski
Ahit, Yeşu Bölümü), ele geçirilen ülkelerde halkın kutsal amaçla
yok edilmesi ve herkesin 'erkekler gibi kadınların da, çocukların
da, ihtiyarların da kılıçtan geçirilmesi' üzerinde ısrarla durmaktadır.26
Bu anlayışla
yetişen ve yetiştirilen İsrail askerlerinin, ele geçirdikleri yerlerde
yaşayan halka davranışları da bu doğrultuda olmaktadır. Bugün henüz
18 aylık bebeklerin yataklarında uyurken İsrail helikopterlerinin
attığı bombalar sonrasında can vermeleri, zeytin bahçelerinde çalışan
küçük kızların hiçbir gerekçe yokken üstlerine açılan ateş sonunda
hayatlarını kaybetmeleri, okuldan dönen çoçukların saldırılar sonucu
yaralanıp sakat kalmaları Filistin topraklarında alışılmış bir manzara
haline gelmiştir. Çok sık rastlanılan bu insanlık dışı manzaraların
ardında söz konusu ateist Siyonist eğitim yatmaktadır. Nitekim bu eğitimin
ve beyin yıkama metodunun İsrail vatandaşları arasında son derece
etkili olduğu yapılan araştırmalar neticesinde de ortaya çıkmaktadır.
İsrail'de Tel-Aviv Üniversitesi psikoloji uzmanı G. Tamarin tarafından
yapılan bir testte, 4. ve 8. sınıf öğrencilerine, Yeşu Kitabı'nda
anlatılan tarihi Eriha katliamı ile ilgili açıklamalar dağıtılmış
ve şu soru sorulmuştur: "İsrail ordusu savaş sırasında bir Arap
köyünü ele geçirdiğinde, Yeşu'nun Erihalılara yaptığını Arap halka
yapmalı mıdır?" Bu soruya verilen "evet" cevabının oranı %66 ve
%95 arasında değişmiştir.27
İsrail
Devleti yetkililerine göre, çok küçük
yaşlardan itibaren çocuklara ateist Siyonist düşünce
aşılanmalıdır. Üstün ırk anlayışıyla yetişen İsrail
askerlerinin Filistinlilere yönelik sert davranışları da bu vahşi
telkinin bir sonucudur. |
Roger Garaudy, Yeşu Kitabı'nın
ve genel olarak Eski Ahit'in ateist Siyonist terörün kaynağı olduğunu şu
şekilde vurgular:
Siyasi ateist Siyonizm, 'vaat' kavramını
ve bu vaadin gerçekleşmesi için kullanılan yöntemleri Yeşu'nun kitabından
çıkarmıştır. Buna göre Tanrı, Yeşu Peygambere diğer halkları yok
etme emri vermiş, Yeşu da bu emri yine Tanrı'nın yardımı ile yerine
getirmiştir. Aynı şekilde 'seçilmiş halk' ve Nil'den Fırat'a uzanan
'Büyük İsrail' gibi kavramlar da Yeşu'nun kitabına dayalı olup siyasi
ateist Siyonizmin temel ideolojisidir.28
İsrail'in Davar isimli gazetesinde
yayınlanan bir İsrailli askerin hatıraları da bu konuda önemli bir
örnektir. Söz konusu asker 1948'de Dreima adlı Filistin köyünün
ele geçirilmesi operasyonuna katılmış ve gördüğü vahşi manzarayı
şu sözlerle dile getirmişti:
...
80-100 kadar erkek, kadın ve çocuk
öldürülmüştü. Çocukları kafalarına
sopalarla vurarak öldürdüler. Her evden en az bir
kişinin canına kıyıldı. Köylerde erkek ve kadınlar yiyecek ve su
verilmeksizin evlere kapatıldılar. Sonra da sabotajcılar gelip evleri
havaya uçurdu. Bir kumandan bir ere emir vererek havaya
uçurmak istediği bir evin içine iki kadın kapatmasını
söyledi. Bu arada bir asker öldürmeden önce bir
Arap kadının ırzına geçtiğini anlattı. Yeni doğmuş bir
çocuğu olan bir Arap kadınına birkaç gün
süreyle etraf temizletildikten sonra kadın ve çocuk
öldürüldü. 'Harika bir adam' diye nitelendirilen
iyi yetiştirilmiş, iyi bir eğitim görmüş kumandanlar aşağılık
katiller haline gelmişti. Hem de gelişen korkunç olayların
içinde ister istemez bu duruma düşmüş değillerdi.
Aksine soykırımı ve yok etme planlarını bilinçli bir şekilde
kullanıyorlardı. Onlara göre dünyada ne kadar az Arap kalsa,
o kadar iyi idi...29
Keskin nişancı İsrail askerleri
savunmasız Filistin halkını, kadın, çocuk demeden mermi
yağmuruna tutuyorlar. |
Yukarıda verdiğimiz örnek, elli
yıldır defalarca tekrar etmiş vahşet sahnelerinden sadece bir tanesidir.
İsrail Devleti'nin kurulmasından
önce Filistin halkını yaşadıkları topraklardan çıkarma görevini
Haganah, Irgun ve Stern çeteleri yürütüyordu. İsrailliler 1948 öncesinde
bu terör örgütleri ile daha sonra da İsrail ordusu aracılığı ile
tarihte eşine zor rastlanır bir terör uyguladılar. Geleceğin İsrail
Başbakanlarından Irgun Terör Örgütü lideri Menahem Begin, uyguladıkları
terörün stratejisini şu sözlerle tarif ediyordu: "Arapların savaşı
ancak evlerinin, kadınlarının ve çocuklarının savunması üzerine
kurulu olabilecek."30 Yani, ateist Siyonistlerin savaşı
masum halk ile olacaktı.
Gerçekten de o tarihten beri
Müslümanlar evlerini, çocuklarını ve kadınlarını İsrail teröründen
koruyabilmek için mücadele vermektedir. Üstelik bu terör, başta
belirttiğimiz gibi İsrail Devleti'nin sistemli bir devlet politikasıdır.
Ortadoğu uzmanı gazeteci Flora Lewis, International Herald Tribune'de
yayınlanan makalesinde İsrail tarzı vahşeti şu şekilde tanımlar:
İsrail yetkilileri için öldürmek
ve katletmek, yargılamaktan çok daha adil, net ve kesin bir yöntemdir.
İsrail eski Savunma Bakanı yardımcılarından Ephraim Sneh İsrail'in
bu politikasını gayet açık bir şekilde dile getirmektedir: "Eğer
herhangi biri, terörist faaliyette bulunmuş ise veya böyle bir eyleme
yeltenmişse, o kişi vurulmalıdır... Bu hem etkili, hem kesin, hem
de adil bir yöntemdir."31
Hemen belirtmek gerekir ki, İsrail'in
mücadelesi Eprahim Sneh'in belirttiği gibi terörist unsurlarla sınırlı
kalmamakta, İsrail bir halkı toptan kendisine hedef edinmektedir.
SOKAKTA İNFAZ
İsrail askerleri
için hedef Filistinlilerdir. Onlar karşılarındaki
kişinin kadın, yaşlı, çocuk ya da bebek olmasını
önemsemezler... |
Filistinli
halk bazen bir sokak başında, bazen bir pazar yerinde,
bazen gece yatağında uyurken, bazen de bir kontrol
noktasında İsrail kurşunlarıyla karşılaşır. |
VE KATLİAM
TÜRKİYE,
7.8.01 |
GÖZCÜ,
19.5.01 |
W.REPORT,
4-5.1993 |
CRESCENT
INT. 16.8.01 |
Filistin'de yıllardır masum insanların kanının dökülmediği
bir gün neredeyse geçmiyor. İsrail askerleri sistemli bir
şekilde Filistin halkını yok ediyorlar. Köyler bombalanıyor,
evler yıkılıyor, tarım alanları yakılıyor. Dünya basınında
da zaman zaman yer alan bu zulüm, ne yazık ki dünya devletlerinin
harekete geçmesi için yeterli olmuyor. Crescent International
dergisinde yer alan "İsraillilere vahşet özgürlüğü tanındıkça,
Filistinli ölülerin sayısı artıyor" şeklindeki haber bu
durumu açıkça gözler önüne seriyor. The Washington Report
on Middle East Affairs dergisinde yer alan "Gazze'de İsrail
roketleri, insan haklarının yerini alıyor" başlıklı haber
ise Filistin topraklarında şiddetin daha da artacağının
sinyallerini veriyor. Türk basınında yer alan diğer haberler
de durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor. |
Burada yer verdiğimiz detaylar
İsrail Devleti'nin yaptığı zulümlerin sadece küçük bir kısmıdır.
Ancak bu Müslümanların çok yakından tanıdığı bir uygulamadır. Çünkü
Kuran'da verilen Firavun örneği ile ateist Siyonist İsrail yönetiminin
masum Filistin halkına yaptıkları arasında çok büyük benzerlikler
bulunmaktadır. Firavun da kendi döneminde savunmasız, zayıf bırakılmış
kişileri hedef almış, onları vahşice katletmiştir. Üstelik Firavun
kavminin önde gelenleri de topraklarına karşı güçlü bir bağlılık
göstermiş, Hz. Musa için, "Sizi topraklarınızdan
sürüp-çıkarmak istiyor" (Araf Suresi, 110) diye iftirada
bulunmuşlardır. Bu benzerliğe dikkat çeken kişilerden birisi de
ünlü İsrailli gazeteci-yazar Uri Avnery'dir. Avnery, The Murder
of Arafat (Arafat'ınÖldürülmesi) başlıklı yazısında, İsrailoğullarının
Mısır'da esir edildiği dönemlerin hiç unutulmamasının Yahudiliğin
temel inançlarından biri olduğunu hatırlatmaktadır. Avnery'e göre
Firavun'un Mısır'da yaptığı zulmün bir benzerini bugün İsrail, Filistinlilere
yapmaktadır:
Şu an şahit olduğumuz olaylar,
Şaron'un adeta bir Firavun bizim de antik Mısır halkı olduğumuzu
göstermektedir. Eski Ahitte bize, Allah'ın Yahudilere bu sıkıntıları,
başlayacakları uzun yolculuk için daha çok güç toplamaları, dayanıklılıklarının
artması için yaşattığı bildirilir. İşte Filistinlilerin de içinde
bulunduğu durum tıpkı böyledir.
Kuran'daki ayetlerde ise Firavun'un
savunmasız insanları nasıl katlettiği şu şekilde ifade edilir:
Hani Musa
kavmine şöyle demişti: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın;
hani O sizi Firavun ailesinden kurtarmıştı, onlar sizi en dayanılmaz
işkencelere uğratıyor, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı
boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir sınav vardır."
Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten
size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz,
Benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 6-7)
Firavun o dönemde bu zulümleri
İsrailoğullarına yapmış, İsrailoğulları ise Allah'ın yardımıyla
Firavun vahşetinden kurtulmuştur. Çağımızda ise bu kez İsrailoğullarının
şiddet yanlısı olan liderleri Firavun konumundadırlar. Filistinlilere
düşen ise, Allah'ın o dönemde İsrailoğullarına verdiği öğüdü tutmaktır:
Sabretmek, Allah'a güvenmek ve O'nun yolundan ayrılmamak.
BİR
İSRAİL ASKERİ VAHŞETİ ANLATIYOR
Lübnan'a ilk kez 19 yaşında, askere
henüz yeni alındığımda gittim. Ve dahil olduğum birlik
şu anda ismini vermek istemediğim kasabaya gönderildi.
Bir evin kapısını kırıp içeri girdik, aileye bir kenara
çekilmesini söyleyip, orta yaşlı bir adamı dışarı çıkardık.
Gözlerini bağladıktan sonra ellerini arkaya bağladık ve
ıssız bir yere götürdük. Dizlerinin üstüne çökmeye zorladık
ve başının arkasına silah dayadık, eğer konuşmazsa onu
öldüreceğimizi söylüyorduk. Tam o sırada BM görevlileri
geldi ve adamı bıraktık. Eğer gelmeselerdi, olay daha
da ileri gidebilirdi. Ertesi gün 10 yaşında bir Lübnanlı
çocuğu sırf alay etmek için aldık. Ailesini zorla mutfağa
kapadık ve çocuğu yakındaki bahçeye sürükledik. Komutanım
çocuğun yüzünü yerlere sürerken, ben silahı kafasına doğrultmuştum.
Komutan çocuğu kafasını uçurmakla tehdit ediyor olmasına
rağmen, çocuktan hiç ses çıkmıyordu. Daha sonra yeni bir
bölüğe atandım. Yeni mesai arkadaşlarım pisliğe daha alışıktılar...
Yaşlılar, kadınlar ve çocuklar ilan edilen sokağa çıkma
yasağı nedeniyle 24 saat boyunca evlerinde tutsak kaldılar.
Erkekler ise meydana toplanmışlardı, hepsinin gözleri
bağlıydı ve sorgulama için sıralarını bekliyorlardı. Acımasızlıklar
bununla da sınırlı değildi. Bir istihbarat subayının oğlu
olan Omri'nin en büyük zevki, kasabalıların üzerine ateş
açmaktı... İsrail'in Lübnan'ı işgalinin ilk aylarında
12.000 - 15.000 insan hayatını kaybetti, ölen İsrail askerlerinin
sayısı ise sadece 360'dı. İsrail'in kayıplarının hemen
hepsi askerken, kurbanlarının çoğu sivil halktı.
Bu satırların yazarı olan James Ron
şu anda John Hopkins Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde
öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır.1
1- Boston
Globe, 25 Mayıs 2000
|
İsrail'in Katliamları
Haganah, Irgun ve Stern gibi
ateist Siyonist terör örgütlerinin ve İsrail ordusunun 1948-1982 yılları
arasında gerçekleştirdiği toplu katliamların bir kısmı ilerleyen
sayfalarda verilmiştir. Bu saldırıların hiçbirisi silahlı ve saldırgan
gruplara karşı yapılmamıştır. İsrail'in tarihi, şiddet eylemleriyle,
katliamlarla doludur. King David Oteli'nin havaya uçurulması, masum
köylülerin işkence yapılarak öldürüldükleri 1948 yılındaki Deir
Yasin katliamı, 1958 yılında Kibya Köyü'nde yapılan insanlık dışı
katliam, Ariel Şaron'un önderliğinde Sabra ve Şatilla mülteci kampında
gerçekleştirilen ve 3000'e yakın kişinin ölümüyle sonuçlanan katliam,
1990 yılında Mescid-i Aksa'da 11 Filistinlinin ölümü ve 800'e yakın
kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan saldırı, 1994 yılında Hz. İbrahim
camisinde sabah namazı esnasında gerçekleştirilen katliam, Kana
Mülteci Kampı'nda gerçekleştirilen katliam, 1999 yılında 4000 askerlik
bir kuşatmayla gerçekleştirilen tünel katliamı bunlardan sadece
bir kaçıdır.
Bu baskın ve saldırıların yapıldığı
yerlerde can veren insanlar, kendilerini savunma imkanı olmayan
masum halktır. İlerleyen sayfalarda sıralanan katliamlar 1947'den
bugüne süregelen terör ve şiddet olaylarının sadece belli başlılarıdır.
Bu rakamlar ateist Siyonist şiddetin boyutlarını göstermesi açısından önemli
olmakla birlikte, bugün halen devam eden olaylar göz önünde bulundurulduğunda,
bu şiddetin verdiği zararı tarif etmekte yetersiz kalmaktadır. Nitekim
1947'den beri Filistin'den hemen her gün baskın, ölüm, işkence ve
şiddet haberleri gelmektedir. Örneğin Ekim 2000'den bu yana her
gün öldürülenlerin sayısı alt alta konulduğunda 2000'e yaklaşmaktadır.
(Bu rakama Savunma Kalkanı Operasyonunda hayatını kaybedenler dahil
değildir.) Diğer bir deyişle İsrail cinayetleri düzenli olarak her
gün devam etmektedir.
İsrail'in Yarım Asırdır
Devam Eden Katliam ve Terör Olaylarından Bazı Örnekler
King David Oteli Baskını
1946 92 ölü
King David baskını, Irgun terör
örgütü tarafından ve dönemin en üst düzey ateist Siyonist yetkilisi David
Ben Gurion'un bilgisi dahilinde gerçekleştirildi. Bu baskınlarda
İngiliz, Filistinli ve Yahudilerden oluşan toplam 92 kişi hayatını
yitirdi. 45 kişi ağır yaralandı.
Baldat El-Şeyk Katliamı, 1947,
60 ölü
150-200 İsrailli teröristin gece saat
02:00'de gerçekleştirdiği ve yaklaşık 4 saat süren baskın neticesinde
evlerinde uyumakta olan kadın, çocuk ve yaşlılar da dahil olmak
üzere 60 Filistinli can vermiştir.
Yehida Katliamı, 1947, 13
ölü
İlk kurulan ateist Siyonist yerleşim birimlerinden
biri olan Yehida'da Müslümanların üzerine İngiliz askeri kılığına
girmiş olan ateist Siyonist saldırganlar tarafından ateş açılmıştır.
Khisas Baskını, 1947, 10
ölü
İki araba dolusu Haganah mensubu, Lübnan
sınırındaki Khisas kasabasına girmiş ve önlerine gelene ateş açmışlardır.
Qazaza Baskını, 1947, 5 Çocuk
ölü
Rastgele bir eve saldırı düzenleyen
Yahudi teröristlerin bu eylemi sonucunda 5 çocuk hayatını kaybetmiştir.
Semiramis Oteli Baskını,
1948, 19 Ölü
Müslümanları tedirgin edip Kudüs'ten
çıkarmayı amaçlayan bu eylemde İsrail'in ilk Cumhurbaşkanı David
Ben Gurion tarafından yönlendirilen teröristler otele yerleştirdikleri
bombalarla 19 kişinin ölümüne ve otelin yıkılmasına neden olmuşlardır.
Naser Al-Din Katliamı, 1948
Arap askerleri gibi giyinmiş olan Yahudi
teröristleri karşılamak için evlerinden çıkan kasaba halkının üzerine
ateş açılmıştır. Ve bu baskında sadece 40 kişi hayatını kurtarabilmiş,
kasaba haritadan silinmiştir.
Tantura Baskını, 948, 200 ölü
Şu an yaklaşık 1500 Yahudi yerleşimcinin
yaşadığı Tantura'da 1948'de büyük bir Müslüman katliamı gerçekleştirilmiştir.
İsrailli tarihçi Teddy Katz bu baskını "Rakamlardan anlaşıldığına
göre, kesinlikle en büyük katliamlardan birisi" sözleri ile tanımlar.
Dahmas Camisi Katliamı, 1948,
100 ölü
Geleceğin Savunma Bakanlarından Moshe
Dayan tarafından yönetilen Komando 89 Birliği, Araplara ancak camide
toplanmaları koşuluyla güvende olacaklarını anons etmiştir. Ancak
camiye sığınan 100 kadar Müslüman toplu olarak katledilmiştir. Bu
katliamdan ürken Lyda ve Ramble sakinleri topraklarını terk etmiştir.
Yaklaşık 60 bin Müslüman göç etmiş, ancak yolda 350 kişi daha kötü
sağlık koşulları nedeni ile hayatını yitirmiştir.
Dawayma Katliamı, 1948, 100
ölü
Dawayma baskını en büyük İsrail katliamlarından
birisidir. Öldürülenlerin büyük kısmı Cuma namazı için camide toplanan
insanlardır. Bu baskın esnasında da Filistinli kadınlar tecavüze
uğramış, evler insanlar içindeyken dinamitlenmiştir.
Houla Katliamı, 1948, 85
ölü
Houla'da İsrail askerleri 85 kişiyi
zorla bir eve doldurup sonra da evi ateşe vermişlerdir. Daha sonra
korkuya kapılan halkın büyük kısmı Beyrut'a göç etmiştir. 12 bin
nüfuslu olan Houla'da geriye 1200 kişi kalmıştır.
Salha Katliam, 1948, 105
ölü
Kasaba halkı zorla camiye doldurulduktan
sonra, tek bir kişi bile sağ kalmayıncaya kadar halkın üzerine ateş
edilmiştir.
Deir Yassin Baskını 1948 254 ölü
Dünya gündeminin İsrail yanlısı
basın tarafından yönlendiriliyor olması, zaman zaman İsrail'de yaşananların
tüm çıplaklığı ile görülmesini engellemektedir. Ancak İsrail tarihinde
öyle şiddet ve zulüm olayları vardır ki, bunlar uluslararası kuruluşlar
tarafından detaylarıyla belgelenmiştir. Bu olaylardan birisi, 1948
yılında Deir Yassin adlı Arap köyüne Irgun ve Stern çeteleri tarafından
yapılan baskındır.
1948'de 9 Nisan'ı 10 Nisan'a
bağlayan gece Deir Yassin halkı hoparlörlerden gelen "kasabayı terk
edin" sesleriyle uyanmışlar, daha ne olduğunu bile anlayamadan ateist Siyonist
militanlar tarafından katledilmişlerdir. Kızıl Haç ve BM'in gözlemcilerinin
olay yerinde daha sonra yaptıkları incelemeler, evlerin ilk önce
ateşe verildiğini ve alevlerden kaçmak isteyen halkın ise kurşuna
dizildiğini göstermektedir. Baskın esnasında hamile kadınların karınları
yarılarak bebekleri dışarı çıkarılmış, kurbanların organları parçalanmış,
çocuklar dövülmüş ve tecavüze uğramıştır. Deir Yassin katliamı sırasında
52 çocuk annelerinin gözleri önünde öldürülmüş ve daha sonra da
başları kesilmiştir. 60'dan fazla kadın ise vücutları parçalanarak
öldürülmüştür.32 Baskından sağ olarak kurtulabilenlerden
bir kadın yaşadığı dehşeti şu şekilde aktarmıştır:
Bir askerin 9 aylık hamile olan
kızımı yakaladığını gördüm. Makinelı tüfeğini önce çenesine doğrulttu,
sonra içinde ki tüm mermileri kızımın üzerine boşlattı. Hepsi birer
kasaba dönüşmüşlerdi. Daha sonra bir bıçak çıkardı ve kızımın karnını
yarıp bebeğini dışarı çıkardı.33
Baskını gerçekleştirenler yaptıkları
katliamlarla da tatmin olmamışlar, halen hayatta olan kadınları
ve kız çocuklarını çırılçıplak soyup, araçlara doldurmuşlar ve bu
şekilde Yahudi yerleşim bölgelerinde dolaştırmışlardır. Dönemin
Kızıl Haç Filistin delegesi Jacques de Reynier olaydan bir gün sonra
Deir Yassin'e yaptığı ziyaret esnasında parçalanmış cesetlerle karşılaşmış
ve bu korkunç manzara karşısında "Manzara dehşet vericiydi!" demiştir.34
Deir Yassin Köyü'nde yapılan katliamın ertesi günü bölgeye
gidenler kesik başlı, karınları deşilmiş, parçalanmış kadın
ve çocuk cesetleriyle karşılaşmışlardı. |
Baskın esnasında hamile kadınların
ve çocukların da dahil olduğu 280 kadar Müslüman önce sokaklarda
dolaştırılmış, sonra da kurşuna dizilmiştir. Öldürülen genç kızların
çoğunun ırzına geçilmiş, erkeklerin cinsel organları kesilmiştir.
Ateist Siyonistler bazı kurbanlarını öldürmek için bıçak kullanmışlardır.
Raporlarda ortadan ikiye biçilen küçük bir kız çocuğundan da söz
edilmektedir.35
Belirtmek gerekir ki, bu vahşeti
gerçekleştiren gruplar, yasa dışı ve İsrail yönetiminin kontrolü
dışında faaliyet gösteren birtakım radikal örgütlenmeler değil,
bizzat İsrail Devleti tarafından yönlendirilen çetelerdir. Tarihte
eşine az rastlanır bir katliam olan Deir Yassin baskınını, ileride
İsrail'in başbakanlığını yapacak olan Menahem Begin'in liderliğindeki
Irgun ve Stern çeteleri gerçekleştirmiştir.
Menahem Begin tarafından "Eğer
Deir Yassin zaferi olmasaydı, İsrail Devleti de olmazdı" sözleriyle
tanımlanan bu insanlık dışı eylem, İsrail'in vahşet politikasının
örneklerinden sadece biridir. Ateist Siyonistler bu gibi baskınlarla, Filistin
halkını dehşete düşürüp topraklarından sürmeye çalışmışlardır. Böylece
İsrail'e göç eden yerleşimciler için yeni alanlar açılabilecektir.
Nitekim ünlü ateist Siyonist liderlerden Israel Eldad "... Deir Yassin
olmasaydı, bugün İsrail toprakları üzerinde hala yarım milyon Arap
yaşıyor olacaktı. Ve tabi İsrail Devleti de olmayacaktı."36 şeklindeki sözleriyle bu gerçeği açıkça ifade etmektedir.
Bir nevi etnik temizlik olarak
görülen bu katliam girişimleri ateist Siyonistlere göre İsrail Devleti'nin
kurulması için gerekli bir girişimdir. Nitekim bu eylemler Deir
Yassin baskınından sonra da devam etmiştir. Pek çok insan ya topraklarını
terk edip kaçmış ya da Deir Yassin halkının başına gelenlerin benzerini
yaşamıştır.
Kibya Katliamı, 1953, 69
ölü
Ateist Siyonistlerin Arap köylerini
boşaltmak için düzenledikleri baskınlardan biri de, Ürdün sınırında
bulunan 2000 kişilik Kibya Köyü'ne olmuştur. Pek çok gözlemcinin
daha sonra olay yerinde yaptıkları incelemeler, İsraillilerin insanlık
dışı vahşetini gözler önüne sermiştir. 13 Ekim 1953 tarihinde gerçekleşen
Kibya baskını esnasında yüzlerce ev yıkılmış, yarısından fazlasını
kadın ve çocukların oluşturduğu 69 sivil katledilmiştir. Şu anki
İsrail Başbakanı Ariel Şaron komutasındaki Unit 101 isimli birlik,
yaklaşık 600 askeri ile önce kasabayı kordon altına almış ve diğer
tüm Arap köyleri ile bağlantısını kesmiştir. Askerler daha sonra
sabaha karşı 04:00'de Kibya'ya girmişler ve sistemli bir şekilde
evleri yıkıp, halkı katletmişlerdir. Baskını bizzat yöneten Ariel
Şaron, İsrail askerlerinin gerçekleştirdikleri katlimanın ardından
son derece soğukkanlı bir açıklama yapmış ve "Aldığımız emir çok
açıktı, Kibya diğerlerine örnek olmalıydı" demiştir.37
Dönemin BM Ürdün Elçisi Dr. Yusuf
Haikal'ın Güvenlik Konseyi'ne sunduğu raporda ise baskın şu şekilde
anlatılmıştır:
İsrail birlikleri kasabaya girmeleriyle
birlikte, tüm ev sakinlerini sistematik olarak öldürmeye başlamışlardır.
Otomatik silahların ve el bombalarının kullanıldığı bu baskında
evler içinde yaşayanlarla birlikte dinamitlenmiştir... 40 ev, kasaba
okulu, su deposu yıkılmış, 22 tane büyükbaş hayvan öldürülmüş ve
6 dükkan yağmalanmıştır.38
ABD'de yayınlanan ünlü Katolik
dergisi The Sign da, Kibya baskını sırasında yaşanan insanlık dışı
olaylara yer vermişti. Derginin editörü Ralph Gorman baskınla ilgili
düşüncelerini şu şekilde aktarıyordu: "Terör Nazilerin politik silahı
idi. Ama Naziler bile terörü İsraillilerin Kibya'da yaptığı gibi
soğukkanlı ve vahşi bir şekilde kullanmamışlardı."39
Baskın sonrası olay yerine gelenlerin
gördükleri manzara dehşet vericiydi. Ölenlerin pek çoğunun kafasının
arkasında kurşun izi vardı, pek çoğunun ise başı kesilmişti. Yıkılan
evlerin enkazı altında kalarak canını kaybedenlerin yanı sıra, pek
çok masum kadın ve çocuk da vahşi bir şekilde katledilmişti.
Kafr Kassim Katliamı, 1956,
49 ölü
1956 yılında gerçekleşen Kafr
Kassim baskını kadın, çocuk, genç, yaşlı ayırt edilmeden 49 masum
insanın vahşice katledilmesi ile neticelendi. Olay İsrail'in Mısır'a
karşı harekat başlattığı 29 Ekim 1956 tarihinde gerçekleşti. İsrail
Güvenlik Güçleri sınır güvenliğini sağlamak gerekçesiyle akşam üstü
16:00 gibi güvenlik turuna çıktılar. Muhtarlara sınır kasabalarında
sokağa çıkma yasağının 18:00'de değil, 17:00'de başlayacağını duyurdular.
Bu kasabalardan biri de Betah Tekfa Yahudi yerleşim biriminin yakınında
bulunan Kafr Kassim kasabası idi.
Kafr Kassim baskınında İsrail askerleri yine masum bebekleri
katletmişlerdi. |
Kasaba halkı sokağa çıkma yasağından
16:45'de yani yasak başlamadan sadece 15 dakika önce haberdar edildi.
Kasaba muhtarı İsrail askerlerine, kasaba halkının büyük çoğunluğunun
kasaba dışında çalıştığını ve tam o saatlerde işlerinden döndüklerini,
dolayısıyla onları haberdar etmesinin mümkün olmadığını söyledi.
Bu arada İsrail askerleri bir yandan kasaba girişinde bariyer oluşturmaya
başlamışlardı. Öte yandan kasaba dışında çalışan halk da evlerine
dönmeye başlamıştı. Ve ilk grup kasaba sınırına geldi. Olayların
bundan sonra ne şekilde geliştiğini görgü tanıklarından Abdullah
Samir Bedir şöyle anlatıyor:
Kasaba girişine saat 16:55 gibi
geldik. 12 asker ve bir komutan sınırda silahlı bir şekilde bekliyorlardı.
Askerleri selamladık. Bize "Memnun musunuz?" diye sordular. "Evet"
diye cevapladık. Bu arada askerler tek sıra olmuşlardı. Ve komutanları
"ateş edin" diye seslendi. Askerler bize ateş etmeye başladılar.40
Bu korkunç durumdan ölü taklidi
yaparak kurtulan Abdullah Bedir kuşkusuz bu vahşetle karşı karşıya
kalan tek kişi değildi. Askerler bu andan itibaren kasabaya giriş
yapan tüm araçları durdurup içindekileri kurşuna dizdi. Bunlar arasında
15-16 yaşında çocuklar, genç kızlar ve hamile kadınlar da vardı.
Öte yandan gürültünün ve seslerin kaynağını merak eden kasaba halkı
evinden dışarı adım attığı anda yasağı ihlal ettiği gerekçesi ile
kurşuna diziliyordu. Çünkü İsrailli askerler sokağa çıkma yasağını
ihlal edenleri tutuklama değil, öldürme emri almışlardı.
İsrail Parlamentosu'nun resmi
kayıtlarında da tüm detaylarıyla yer alan bu olay İsrail Devleti'nin
Müslüman halka karşı izlediği politikanın en çarpıcı örneklerinden
biridir.
Kendilerine:
"Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde: "Biz sadece
ıslah edicileriz" derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar
bunlardır, ama şuurunda değildirler.
(Bakara Suresi, 11-12) |
Han Yunus Katliamı, 1956, 275 ölü
Han Yunus'ta bulunan mülteci kampına
saldıran İsrail askerleri 275 kişiyi katletmişlerdir. Daha sonra
olay yerinde inceleme yapan BM yetkilileri elleri arkadan bağlanmış
ve enselerinden vurulmuş cesetler bulmuşlardır.41
Gazze Katliamı, 1956, 60
ölü
Ateist Siyonistlerin Gazze'ye yaptıkları bu
baskında çocuklar ve kadınlar da dahil olmak üzere 60 kişi öldürülmüştür.
Fakhani Katliamı, 1981, 150
ölü
Lübnan'da bulunan bu bölgeye İsrail
uçaklarının yaptığı saldırılar sonucunda 150 kişi ölmüş, 600'den
fazla kişi de yaralanmıştır.42
Hz. İbrahim Camisi Katliamı,
1994, 50 ölü
25 Şubat 1994 Cuma günü Filistin'de
korkunç bir katliam gerçekleştirildi. Müslümanların sabah namazını
kılmakta oldukları bir sırada ateist Siyonist bir Yahudinin Halil İbrahim
Camisi'ne düzenlediği saldırıda 50'den fazla Müslüman şehit edildi,
300'e yakın Müslüman da yaralandı. Yaralananların bazıları hastaneye
kaldırılırken veya hastanede can verdi.
Katliam, El-Halil yakınlarında
bulunan Kirbât Erba Yahudi yerleşim merkezinde oturan bir Yahudi
tarafından gerçekleştirildi. Daha sonra katliamı gerçekleştiren
Yahudinin İsrail ordusunda yedek subay olduğu ve "Kahane Yaşıyor"
adlı ateist Siyonist terör örgütüne mensup olduğu bildirildi. İsrail kaynakları
saldırganın askeri kıyafeti ile saldırıyı gerçekleştirdiğini açıkladı.
Saldırgan, Müslümanların sabah
namazını kılmakta oldukları bir sırada gizlice camiye girerek bir
sütunun arkasına saklanmış ve cemaatin rükuya gitmesiyle birlikte
makineli tüfekle namaz kılanları kurşun yağmuruna tutmuştur.
Olaya şahit olanların anlattıklarına
göre saldırgan katliamı tek başına gerçekleştirmemiştir. O sadece
tetiğe basmakla meşgul oluyordu. Şarjörünün bitmesi halinde arkasındaki
diğer ateist Siyonistler seri bir şekilde şarjör değiştiriyorlardı.
Olaydan sonra İsrail askerleri
katliamın gerçekleştiği Halil İbrahim Cami'sini kuşatma altına aldılar
ve gazetecilerin olay yerine yaklaşmalarına engel oldular. Saldırıyı
protesto için cami etrafına toplanan Müslümanların üzerlerine ateist Siyonist
askerlerin ateş etmeleri üzerine de çok sayıda insan öldürüldü.43
Kana Katliamı, 1996, 109
ölü
Kana Mülteci Kampı'nın havadan bombalanması
sonucu çoğu çocuk ve kadın yüzden fazla insan hayatını kaybetti.
O katliamda kafaları kopan çocukların oluşturduğu acı manzaralar
zihinlerden asla silinmedi. BM inceleme heyeti Kana katliamının
bilinçli olarak gerçekleştirildiğini açıkladı.
Sabra ve Şatilla Katliamı
"Bebekleri alevlerden kurtarabilmek
için hemen su dolu kovalara koymak zorunda kaldım. Yarım saat sonra
kovalardan çıkardığımda, vücutları halen yanıyordu. Hatta morgda
bile için için yanmaya devam ediyorlardı." Dr. Amal Shamaa, Barbir
Hastanesi, 29 Temmuz 1982 - İsrail ordusunun Batı Beyrut'a fosfor
bombaları atmasının ardından.44
II. Dünya Savaşı'nın son günlerinde
Filistinlileri sindirmek ve topraklarından sürmek için ateist Siyonistler
tarafından sistemli olarak düzenlenen terörist eylemler, binlerce
masum insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. 1982 yılında İsrail'in
Lübnan'ı işgali sırasında Sabra ve Şatilla kamplarına yapılan baskın
ise tarihe en kapsamlı ve en büyük soykırımlardan biri olarak geçti.
Hıristiyan Falanjist grupların İsrail askerlerinin desteği ve yönlendirmesi
ile gerçekleştirdikleri baskın esnasında, çoğu kadın ve çocuklar
olmak üzere 3.000'den fazla insan katledildi. Katliam ile ilgili
daha sonra yapılan araştırmalar ve incelemeler dönemin Savunma Bakanı
ve şimdiki İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un olayın sorumlusu olduğunu
gösteriyordu. Bu kanlı baskın nedeniyle Ariel Şaron halen "Lübnan
Kasabı" olarak anılmaktadır.
Ortadoğu uzmanı gazeteci Robert
Fisk, baskının hemen ertesinde olay yerinde gördüğü dehşet verici
manzarayı, Lübnan Kasabı Ariel Şaron'un İsrail Başbakanı seçilmesinin
ardından yazdığı makalesinde şöyle aktarmaktadır:
18 Eylül 1982'de Sabra ve Şatilla
kampında bulunanlar için Şaron, ardında şişmiş cesetler, tecavüz
edilmiş, işkenceye uğramış ve sonra da katledilmiş kadınlar ve bebekler
bırakan bir kasaptır. Olaydan 18 yıl sonra bugün bu caddelerde dolaşırken
katliam manzaraları hala gözlerimin önünden gitmiş değil. Biraz
ötede Sabra Camisi'ne giden yolda 90 yaşında, beyaz sakalı ve pijamaları
ile Bay Nouri'yi görüyorum. Ölü bedeninin yanı başında yün başlığı
ve bastonu duruyor. İlerideki dar sokakta yemek tencerelerinin yanında
yatan iki kadın ceseti var, beyinleri dışarı akmış. Kadınlardan
birinin karnı yarılmış. Cesetin birkaç metre ötesinde çürüdüğü için
bedenleri morarmış, adeta bir çöp gibi oraya fırlatılmış bebekleri
gördüm... Cesetlerin kuruyan kanları üzerinde sinekler uçuşuyor,
ölü bedenlerin bileklerindeki saatler ise hala çalışıyordu. Tırmandığım
küçük rampayı aşabilmek için etrafa dağılmış ceset parçalarını bir
kenara itmem gerekiyordu. Biraz ötede ise sırtından hala kan süzülen
sevimli bir genç kız yatıyordu.45
Sabra ve Şatilla Mülteci Kamplarındaki
bu korkunç katliam, dönemin Savunma Bakanı olan İsrail Başbakanı
Ariel Şaron'un emir ve talimatlarıyla gerçekleştirildi. |
Robert Fisk bir başka yazısında
Sabra ve Şatilla kamplarında yaralananların tedavi gördükleri hastaneleri
gezerken karşılaştığı manzarayı ise "Burada (Barbir Hastanesi) gördüklerimiz
unutulabilecek cinsten manzaralar değildi. Barbir Hastanesini ziyaret
etmek, silahın insan bedenine neler yapabileceğini görmek anlamına
geliyordu." sözleri ile dile getirmekteydi.46
Başta
kadınlar, çocuklar, yaşlılar olmak üzere zavallı ve masum
insanların maruz kaldıkları bu vahşet İsrailli liderlerin ideolojisini
göstermesi açısından oldukça ibret vericidir.
Katledilen kadınların büyük kısmı önce tecavüze
uğramıştır. Hamile kadınların ise karınları yarılarak bebekleri
parçalanmış, henüz üç-dört yaşındaki
çocuklar ailelerinin gözleri önünde
katledilmiştir. Erkeklerin bir kısmının ise öldürülmeden
önce burunları ve kulakları kesilmiş, büyük kısmı da
kurşuna dizilmiştir.
Fransız Le Monde gazetesi 13
Şubat 2001 tarihli bir haberinde 1982 yılında gerçekleştirilen Sabra
ve Şatilla katliamlarını, bu katliamları yaşayan ve şu an 42 yaşında
olan Nihad Hamad'ın ağzından şu şekilde aktarmıştır:
� İsrail Silahlı Kuvvetleri Çarşamba
gecesinden Perşembe sabahına sarkan süre boyunca kampı kuşatmıştı.
Doğu tarafını kuşatmak istiyorlardı. Mücahidlerimiz gitmişti. Buralarda
on beş-on altı yaşındaki gençlerin dışında kimse kalmamıştı� Perşembe
gecesi, bombardımanların şiddeti iki katına çıktı. Hafif silahların
hiçbir işimize yaramayacağını fark ettik. Barınaklardaki herkes
mülteciydi. Herkes korkuyordu. Sözlerine önem verilenler, yaşça
büyük olan kişiler İsraillilerin yanına gidip kampın teslim olacağını
söylemeye karar verdiler. Ellerine beyaz bir bez aldılar ve arabayla
yola çıktılar. Ve bir daha geri dönmediler. Ellerinde silahlarla,
gençler de aynı yöne doğru gittiler, onlar da ve onları bulmaya
gidenler de bir daha hiç ama hiç geri dönmediler. O zaman buraları
hemen terk etmemiz gerektiğini çok daha iyi fark ettik� Yüzlerce
insan kampın kuzey çevresindeki aynı ortak salona doğru kaçışıyordu.
Sayımız o kadar fazlaydı ki neredeyse havasızlıktan boğulacaktık.
Sabah vakti, her yerde ölüm sessizliği vardı, burası artık hayalet
bir şehirdi. Bombardımanlar kesilmişti. Arada bir sadece tek tek
birbirinden ayırt edebilecek aralıklarda atış sesi duyuluyordu.
Sonra, sessiziliği delip geçerek, caminin olduğu taraftan bir kadının
feryatları yükseliyordu. Saçları karmakarışıktı, parçalanmış giysileri
kana bulanmıştı, üzerinde aklını kaçırmış bir insanın havası vardı.
Dizlerinin üzerinde boğazları kesilmiş çocukları yatıyordu� Çok
sert davrandılar ve bu cinayetlerin sessizlik içerisinde cerayan
etmesi için bıçaklarını ve beyaz ellerini kullandılar... Milisler
kamplardaki işlerini bitirdikten sonra pis işlerini Gazze'deki hastanede
tamamladılar. Yaralıları, doktorları ve hemşireleri dışarı taşıdılar
ve öldürdüler. Kaybolanlarla birlikte 3.000-3.500 kişinin katledildiğini
öğrendik.47
SABRA
VE ŞATİLLA KATLİAMI
|
Bu korkunç
manzara bugün "Araplar beni bilirler, ben de Arapları" sözleri ile
tanınan ve Müslüman Filistin halkı için "ezilmesi gereken bir böcek"
gibi küstah ifadeler kullanan Ariel Şaron'un eseridir.48 1967 Savaşı'nın ardından 160 bin Filistinlinin Doğu Kudüs'ü terk
edip mülteci hayatı yaşamasına neden olan Şaron'un cezalandırma
yöntemleri arasında Filistinlilerin evlerini bombalamak, mülteci
kamplarının üzerinden buldozerle geçmek, yüzlerce Filistinli genci
hiçbir gerekçe göstermeden tutuklamak ve sonra işkenceye uğratmak
da vardır. Ariel Şaron'un Gazze bölgesinin güvenliğinden sorumlu
olduğu dönemde ise yüzlerce kişi suikaste uğramış, binlercesi tutuklanıp
sınır dışı edilmiş, yalnız Gazze'de 2 bin ev yıkılmış ve 16 bin
kişi ikinci defa sürgüne gönderilmiştir. Sabra ve Şatilla katliamları
dışında 1982'de İsrail'in Lübnan'ı işgali esnasında birkaç hafta
içinde 14 bin insan hayatını kaybetmiş (bunların 13 bini silahsız
sivillerdir), yaklaşık yarım milyon insan ise evsiz kalmıştır.
Burada bir kaç örneğini anlattığımız
vahşet ve zulüm, Filistin topraklarında elli yılı aşkın süredir
kesintisiz olarak devam etmektedir. Üstelik yukarıdaki örnekler
çok fazla Filistinlinin aynı gün içinde hayatını yitirdiği katliamlardır.
Bu örneklerin dışında 1966 yılındaki Al Sammou katliamında 18; 1975
yılında Aitharoun katliamında 9; Kawnin'de 16 kişi; 1976 yılında
Hanin'de 20; Bint Jbeil'de 23; 1978 yılındaki Adloun katliamında
7; 1979 yılında Abbasieh katliamında 80; 1980 yılındaki Saida katliamında
20 Filistinli İsrail işgalci güçleri tarafından katledilmiştir.
Bunların yanı sıra yıllardır hergün birkaç kişi hayatını yitirmekte
ya da sakat kalmaktadır. Ayrıca her gün evler yıkılmakta, insanlar
topraklarından sürülmektedir. Görülüğü gibi İsrail Devleti'nin amacı
düzenli bir etnik temizlik politikasıyla Filistinlileri yıldırmak,
topraklarından çıkarmak ve kendi isteklerini kabul ettirmektir.
Tüm dünyanın gözü önünde bir
halk katledilmekte, göz göre göre soykırıma tabi tutulmaktadır.
Ne var ki dünya devletlerinin büyük çoğunluğu bu insanlık dışı ve
vahşi uygulamaları göz ardı etmekte, İsrail'in şiddete dayalı politikasını
zaman zaman "kınamak" dışında herhangi bir yaptırım uygulamamaktadır.
Öte yandan ünlü Ortadoğu uzmanı
Noam Chomsky, Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi adlı eserinde İsrail Devleti'nin
Filistin halkına bakış açısını ve bunun ABD planlamacıları tarafından
nasıl değerlendirdiğini ise şöyle dile getirmektedir:
Arapların ve tüm dünyanın "Kasap" lakabı ile tanıdığı
Şaron acımasızlığını her fırsatta gözler önüne sermektedir. |
Filistinlilere gelince, Amerikalı
stratejistler, İsrail hükümet uzmanlarının 1948'de yaptıkları, göçmenlerin
ya başka bir yerde asimile edilecekleri ya da ezilecekleri şeklindeki
değerlendirmesinden kuşku duymak için bir neden görmüyorlardı. Bazıları
ölecek, çoğu da toplumun süprüntüsüne
dönüşüp, Arap ülkelerinin en yoksul sınıflarına
katılacaktır. Dolayısıyla onlar için kaygılanmaya gerek yoktur. Olaylar geliştikçe somut biçime bürünen bu
temel yorumlar, günümüze kadar değişmeden sürmüştür.49
İsrail ve Amerikan yetkililerinin
bu öngörüsü bugün yerine getirilmiştir. Üstelik İsrail Devleti'nin,
kuruluş aşamasında ve ilk yıllarında Müslüman halka karşı uyguladığı
şiddet ve sindirme politikası günümüzde de tüm hızıyla devam etmektedir.
Filistinli Müslümanlar tarih
boyunca pek çok Müslümanın yaşadığı sıkıntıların benzerlerini yaşamakta
ve imtihan olmaktadır. Allah Kuran'da o dönemin inananlarına (İsrailoğullarına)
Firavun'un yaptığı vahşeti şöyle hatırlatmaktadır:
Sizi dayanılmaz işkencelere uğrattıklarından
Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar kadınlarınızı
diri bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için
Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. (Bakara Suresi, 49)
Elbette Allah sabredenlerin yardımcısıdır
ve Allah'ın kanunu gereği, sayıları az da olsa, güçleri ve imkanları
sınırlı da olsa kurtuluş her zaman samimi iman edenler içindir.
Ancak unutulmamalıdır ki, bu imtihan sadece Filistin'de yaşayan
Müslümanlar için değil, bu zulmü bilen ve şahit olan herkes için
geçerlidir. Çünkü Müslümanlar dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar,
hangi koşullar altında bulunursa bulunsunlar mazluma ve zorluk içinde
bulunan insanlara yardım etmekle yükümlüdürler. Ve zorda ve darda
olan insana yapılacak en büyük yardım, o insanın içinde bulunduğu
kötü koşulları temelden ortadan kaldırabilecek bir yardımdır. Diğer
bir deyişle, Filistin'de kargaşa ve çatışmaların içinde hayatta
kalma mücadelesi veren insanlar için yapılacak en büyük yardım,
her türlü çatışma, kaos ve anarşiyi içinde barındıran -ve gerçekte
ateist Siyonizmin de kökeni olan- dinsiz anlayışla fikri mücadele yürütmektir.
SABRA VE ŞATİLLA
KATLİAMINDAN ARIEL ŞARON SORUMLUDUR
Sabra ve Şatilla Kampı'nda gerçekleştirilen
büyük katliam, 17 Haziran 2001 tarihinde BBC'de yayınlanan
The Accused (Sanık) isimli bir programla birlikte yeniden
gündeme geldi. Ariel Şaron'un 3.000 kişinin hayatını yitirdiği
bu katliamdaki rolünü sorgulayan programda, katliamdan kurtulan
canlı tanıklar 3 güne yakın süren büyük vahşeti birinci
ağızdan dile getirdiler. Programın sonunda çıkan sonuç ise
dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron'un yapılan katliamdan
sorumlu olduğu ve yargılanması gerektiğiydi.
"SANIK" İSRAİL DEVLETİ'NİN BASKISINA
RAĞMEN YAYINLANDI
Fergal
Keane isimli bir gazetecinin hazırladığı belgesele, katliamdan
canlı kurtulanlar, katliamı gerçekleştiren Falanjist liderler,
İsrail ordusundan yetkililer, hukukçular ve akademisyenler
katıldı. Ancak program daha yayınlanmadan önce İsrail Devleti'nden
ve radikal Yahudi cemaatlerinden çok şiddetli tepki almaya
başlamıştı. Herkes son ana kadar programın yayından kaldırılabileceğini
düşünüyordu. Ancak Keane'nin açıklamalarına göre "binlerce
e-mail, tehdit mesajları, boykot uyarıları altında" program
yayınlandı. Üstelik gördüğü yoğun ilgi nedeniyle BBC'de
birçok kez tekrarlandığı gibi, farklı ülkelerdeki televizyon
kanallarında da yayınlandı
PANORAMA'NIN ORTAYA KOYDUKLARI
Sabra ve Şatilla katliamı uzun zamandır
Müslüman Araplarla savaş halinde olan Hıristiyan Falanjist
gruplar tarafından gerçekleştirdi. Ama bu grupları baştan
beridir destekleyen, örgütleyen ve silahlandıran İsrail'di.
Keane, programında Falanjistlerle İsrail Devleti arasındaki
ilişkiyi şu şekilde tanımlıyordu:
Falanjlar karizmatik ve merhametsiz Beşir
Cemayel tarafından yönetiliyordu. Cemayel, İsrail'in Lübnan'daki
ana müttefikiydi. İsrail'in Mossad'ı onunla yapılan toplantılardan,
Filistin problemini ortadan kaldırmak istediğini biliyordu.
Beşir'in Başbakan seçilmesi kamplardaki insanları endişelendirdi.
Ancak İsrail Devleti tarafından kamptakilere güvenlikte
olduklarına dair güvence verildi.
Kamplardaki Filistinlilere birşey olmayacağına
dair garanti veren İsrail ordusu, katliam günü tüm gücüyle
Falanjistlerin arkasındaydı. İsrail ordusu katliamın öncesinde
Sabra ve Şatilla kamplarını günlerce bombalayıp kontrolü
altına aldı. Daha sonra tüm kamp kapılarını tutarak, izni
olmadan giriş-çıkış yapılmasını engelledi. Gece boyu işaret
fişekleriyle aydınlık bir ortam hazırlayarak ve 40 saat
boyunca hiçbir müdahalede bulunmayarak Falanjistlere vahşi
katliamları için süre ve imkan sağladı. Kamptan çıkmaya
çalışan ve çıkış noktalarına kadar gelmeyi başarıp, yardım
isteyen Filistinlileri ölüm tehdidiyle geri döndürerek,
katliamın devamını kolaylaştırdı. Keane'nin ifadesiyle "molozlar
arasında kafa derisi yüzülmüş çocuklar, hadım edilmiş genç
adamlar" vardı. Programda konuşan Sabra ve Şatilla katliamının
canlı tanıklarından Nabil Ahmed ise yaşadıklarını şöyle
anlatıyordu:
Hakim Richard Goldstone, 1994-96 BM Savaş Suçları
Mahkemesi Eski Başsavcısı |
Ailemi hayatta bulmayı ümit ediyordum.
Sonra, sokaklarda cesetleri görmeye başladığımda, çesetlerini
bulursam minnettar olacağım gerçeğini kabullendim. Ne olduğunu
görüyorsunuz, onları bir eve sokmuşlar, onları öldürmüşler
ve buldozerle içinde oldukları evlerin üzerinden geçmişler,
bu yüzden onları bulmak için molozları kazıyoruz. Bir akrabamın
saçını çektik ve bulundukları yeri böylece belirledik.
Falanjistlerin yaptığı katliam tarif
edilecek gibi değildi. Programda İsrailli bir subayın verdiği
bilgi ise Falanjistlerin Müslümanlara olan düşmanlıklarını
çok açık bir şekilde açıklıyordu. İsrailli Paraşüt Tugayı
Komutanı Yoram Yair, kendisini arayan bir Falanjist yetkilinin
korkunç sözlerini şöyle anlatıyordu:
... 'Bana bir iyilik yapmanı ve daha
fazla getirmeni istiyorum' diyordu. 'Ne o?' diye sordum.
'Dinle, er ya da geç Batı Beyrut'a gireceksiniz. Bana fazla
Filistinli kanı getirmeni istiyorum, Onu içmek istiyorum.'
diyordu.
İsrail ordusunun güvenlik şemsiyesi altında
gerçekleştirilen bu katliamın her aşamasından dönemin Savunma
Bakanı Ariel Şaron haberdardı. Keane, Şaron'un katliamdaki
rolünü ise şu şekilde açıklıyordu:
Ariel Şaron Çarşamba sabahı kamplarda
FKÖ güçlerinin olduğu yönündeki kanaatini ısrarla tekrar
ederek Beyrut'a geldi. Beyrut'un ve mülteci kamplarının
komutanı Amos Yuron da dahil olmak üzere, kıdemli subaylarına
danışarak vahim bir emir verdi. 'Sadece bir öğe, İsrail
Savunma Güçleri, bölgedeki güçleri idare edecek. Kamplardaki
operasyonlar için Falanjistler gönderilmeli'.
Daha sonra Beyrut operasyonunu konuşmak
için Falanj karargahlarına gitti... Liderlerinin ölümünden
bir gün sonra, Falanjistlerden Filistin kamplarında savaşmalarını
istiyordu. Sizce Ariel Şaron'un, Falanjistleri bir Filistin
mülteci kampına, savunulmayan bir kampa gönderirse ne olacağına
dair herhangi bir şüphesi olabilir mi?"
Keane bu soruyu pek çok yetkiliye sordu.
Dönemin ABD Ortadoğu Temsilcisi Morris Draper'a, BM Savaş
Suçluları Mahkemesi eski Başsavcısı Richard Goldstone'a,
Princeton Üniversitesi'nden Prof. Richard Falk'a ve diğer
yetkililere... Hepsinin ortak cevabı Ariel Şaron'un bu katliamdan
birinci dereceden sorumlu olduğu ve savaş suçlusu olduğu
yönündeydi. Örneğin Goldstone düşüncelerini "Eğer emri veren
kişi masum sivillerin yaralanacağı, ya da öleceği bir durumun
varlığını biliyorsa, ya da bilmesi gerekiyorsa, ... o zaman
bu kişi, benim kitabıma göre, emirleri uygulayanlar kadar,
hatta daha da fazla sorumludur" şeklinde açıklıyordu. Programda
bu kanaatleri tasdik eden bir telefon konuşmasına da yer
veriliyordu. İsrailli gazeteci Ron Ben Yishai katliamın
ikinci gününde Ariel Şaron ile aralarında geçen konuşmayı
şu şekilde aktarıyordu:
Onu evde uyurken buldum. Uyandı ve ona
'Dinleyin kamplarda öldürme ve katliamlarla ilgili hikayeler
var. Birçok subayımız bunu biliyor ve bana bunu söylediler
ve onlar biliyorlarsa bütün dünya bunu öğrenecektir. Bunu
hala durdurabilirsiniz.' dedim. Katliamın aslında 24 saat
önce başladığını bilmiyordum. O zaman başladığını sanmıştım
ve ona 'Bakın, bunu durdurmak için hala zamanımız var. Bununla
ilgili birşeyler yapın.' dedim. Bir tepki vermedi.
Kısacası Ariel Şaron, yıllardır inkar
ettiğinin aksine, katliamdan haberdardı, katliamın kararını
Falanjistlerle birlikte vermişti ve kendi sorumluluğu altında
olan kamplardaki katliamları durdurmak için hiçbir şekilde
müdahale etmemişti.
Panorama'nın ortaya koyduğu bu gerçek,
aslında bu konuyu yakından takip edenlerin, yaşananlara
tanıklık edenlerin yıllardır dile getirdikleri bir gerçekti.
Ancak programın bu kadar dikkat çekmesinin nedeni, İsrail
Devleti'ni ve şu anki Başbakanı Ariel Şaron'u doğrudan suçlayan
ifadelerin ilk kez BBC gibi bir kanalda gündeme getirilmesiydi.
Dönemin İsrail Savunma Bakanı olan Ariel Şaron, çatışma
bölgelerinde sürekli denetimlerde bulunuyor, ziyaret
ettiği Falanj kamplarında savaşın her aşamasını dikkatle
inceliyordu. |
ARİEL ŞARON'U SAVAŞ SUÇLUSU İLAN
EDENLERE ÖLÜM TEHDİTLERİ
Panorama'nın yayınlanmasının ardından
çok ilginç olaylar cereyan etti. Programda Ariel Şaron'un
uluslararası savaş suçlusu olarak yargılanması gerektiğini
vurgulayan Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Richard
Falk şunları söylemişti:
Ben kesinlikle sahip olduğu veya sahip
olması gerektiği bir bilgi yüzünden suçlanabileceğini düşünüyorum.
Falk bu açıklamalarının ardından ölüm
tehditleri almaya başladı. Kısa sürede evi ve ailesi polis
koruması altına alındı. Yahudi Devleti, gerçeklerin ifade
edilmesini yine şiddet, baskı ve tehdit yöntemleriyle engellemeye
ve insanları susturmaya çalışıyordu. Ancak Independent gazetesine
açıklama yapan Falk, vicdanının rahat olduğunu ve gerçekleri
söylediğini ifade etti.
Profesör Richard Falk, Princeton Üniversitesi |
Programın ardından Ariel Şaron'un yargılanıp,
yargılanamayacağı tartışmaları başladı. Tartışmalara pek
çok uluslararası hukukçu katıldı. Ancak bu tartışmalar bir
samimiyetsizliğin de ifadesi niteliğindeydi. Çünkü dünya
devletlerinin büyük çoğunluğunun yarım asırdan fazla bir
zamandır gözardı ettikleri bu büyük soykırım, aradan 20
yıla yakın bir zaman geçtikten sonra dile getiriliyordu.
O dönemde yaşananları görmezden gelenler, Şaron'u durdurmak
için en ufak bir girişimde dahi bulunmayanlar bugün sanki
katliamlar ilk kez ortaya çıkmış gibi davrandılar.
Gerçekte ise sorun sadece Ariel Şaron'la
sınırlı olmayan, asıl olarak İsrail'in devlet ideolojisinden
kaynaklanan bir sorundur. Bunu görebilmek, Sabra ve Şatilla
vahşetinin ardındaki felsefeyi anlayabilmek için, İsrail'in
temellerine bakmak gerekir.
|
|
|
|
25- Mark Mazower, Sharon
Should Surrender to History, The Financial Times, 25 Mayıs 2001
26- Roger Garaudy,
Siyonizm Dosyası, s 99
27- Roger Garaudy,
Siyonizm Dosyası, s. 101
28- Roger Garaudy,
Siyonizm Dosyası, s. 93
29- Davar Gazetesi,
9 Haziran 1979
30- Dr. Hamdan Badr,
The Role of The Hagana Organization in the Establishment of Israel,
Amman, 1985, s 303
31- Flora Lewis, Israel
Defies Itself With These Assassinations of Palestines, International
Herald Tribune, 12 Ocak 2001
32- www.hatedbooks.com/book/2.htm
33- Arafat Hijazi,
Deir Yassin: The Roots and Dimensions of the Crime in Zionist Thought,
s 63
34- www.hatedbooks.com/book/2.htm
35- Lemi Brenner, The
Iron Wall: Zionist Revisionism from Jabotinsky to Shamir, Zed Books,
London, 1984, ss. 141-143
36- De'ot, 23 Şubat
1968
37- The Memoirs of
Ariel Sharon, tercüme Antoine Abir, Beyrut, 1991, s 110
38- www.hatedbooks.com/book/2.htm
39- www.hatedbooks.com/book/2.htm
40- www.hatedbooks.com/book/2.htm
41- Michael Palumbo,
Imperial Israel, Bloomsbury Publishing, London, 1990 pp. 30 - 32,
citing UN General Assembly: Official Record, 11th session supplement,
nop.
42- www.ummah.net/unity/palestine/massacres.htm
43- Ahmet Varol, www.vahdet.com.tr
44- Robert Fisk, Pity
the Nation, Andre Deutsch, Londra, 1990, s 9
45- Robert Fisk, The
Legacy of Ariel Sharon, The Independent, 6 Şubat 2001
46- Robert Fisk, Pity
the Nation, Andre Deutsch, Londra, 1990, s 9
47- Le Monde, 13 Şubat
2001
48- Haithem El-Zabri,
Rivers of Blood : A New Sharon Episode, The Palestine Monitor, 2
Şubat 2001
49- Noam Chomsky, Dünya
Düzeni: Eskisi Yenisi, Metis Yayınları, Nisan 2000, s 305
|